Giriş
Çoğu iktisatçı iktisadi büyümeyi üretim imkânlarının artış göstermesi olarak tanımlar. Ancak iktisadi büyüme bir süreç olarak ele alındığında pek çok faktör ile etkileşim hâlinde olduğu görülebilir. Biz de bu bölümde ilgili faktörleri ele alarak iktisadi büyümeyi tanımlayacağız.
1.1. İktisat Büyümenin Tanımı
Etiyopya’daki tipik bir işçi, ABD ya da Batı Avrupa’daki işçinin bir günde kazandığını elde edebilmek için ortalama bir ay çalışıyor. Avustralya, Şili ya da ABD’deki bir işçi, dedelerinden iki kat daha fazla gelire sahipken, Japonya’daki bir işçi dedelerinden aşağı yukarı 10 kat daha fazla gelire sahip. Peki, neden bazıları daha zengin olurken, diğerleri daha fakir? Son 250 yıl boyunca, ulusların zenginliğinin düzeyleri ve genişleme oranları neredeyse periyodik olarak değişirken bir bilim olarak iktisadın kendisi de büyük çapta değişime uğradı. Ekonomik faaliyetler zaman içinde artar ve sonra da azalırken ‘büyüme ekonomisi’ önce yükselen, sonraları ise standartlaşan bir konu oldu.
Merkantilistlerden ve fizyokratlardan Adam Smith’e, Marx’a ve günümüze kadar pek çok iktisat okulu ve düşünür, ülkelerin ya da ulusların zenginliğini belirleyen temel etkenleri anlamaya çalıştılar ve hâlen çalışıyorlar. Bu soruya ilk yanıtı verenlerden merkantilistler, ülke içindeki değerli maden miktarını iktisadi büyümenin odağına oturttular. Daha sonra iş bölümü, başka ülkelerin yağmalanması gibi çeşitli açıklamalar geliştirildi. Ancak Sanayi Devrimi sonrasında, özellikle de son yarım yüzyılda yanıtlar değişmeye başladı. Teknolojik gelişmelerin temposunun yükselmesi ve yatırımların ivme kazanması ile üretim ve gelirler sürekli olarak artmaya başladı.
Daha önceki dönemlerde kişi başına gelirdeki artışlar sınırlı kalmış ya da kalıcı olmamışken, Sanayi Devrimi’nden bu yana dünyanın her bölgesinde kişi başına üretim ve gelir önemli artışlar gösterdi. Örneğin, 1820 yılında İngiltere’de kişi başına gelir ya da kişi başına satın alım gücü yaklaşık olarak bugün Hindistan’daki kişi başına gelir kadardı. O tarihten bu yana İngiltere’de kişi başına gelir 12 kat arttı. Son yıllarda yapılan hesaplamalar, 1820 yılında bugünkü Türkiye sınırları içinde kalan alandaki kişi başına gelirin bugünün Afrika’sındaki kişi başına gelirin yarısı kadar olduğuna işaret ediyor. O tarihten bugüne kadar Türkiye’de kişi başına gelir ise 10 kat artış gösterdi.
Bu durumu ancak iktisadi büyüme kavramı ile açıklayabiliriz. İktisadi büyüme, bir ülkede belli bir dönemde üretilen nihai mal ve hizmet miktarındaki artışı temsil eder. Kişi başına düşen reel gelirdeki artışların da bir ifadesi olan iktisadi büyüme kavramı, temel olarak ekonominin arz yönünü ilgilendiren üretim kapasitesindeki uzun dönemli artışları tanımlar. Üretim kapasitesinde meydana gelecek söz konusu bu artışlar ise ileri seviyedeki teknolojik ve kurumsal yapılanmadaki gelişim süreci ile yakından ilgilidir.
İktisadi büyüme bir süreç olarak ele alındığında pek çok faktör ile etkileşim hâlinde olduğu görülebilir. İktisadi büyüme; kişi başına düşen hâsıla miktarı, fiziki ve beşeri sermaye birikimi, teknolojik gelişme, demografik etkenler, coğrafi etkenler ve iklim, kültürel veya kurumsal etkenler, demokrasinin düzeyi, gelir dağılımı, hükümet politikaları ve makroekonomik istikrar vb. etmenlerle olan ilişkilerinden dolaysız ve bu etmenlerin kendi aralarındaki ilişkilerinden dolaylı yollardan etkilenmektedir.
1.2. İktisadi Büyümenin Yolları
Bir ülkenin iktisadi büyümesi iki şekilde meydana gelir. Birincisi, tam istihdam altında kullanılan iktisadi kaynakların daha verimli kullanılmaya başlanması yoluyla büyümenin gerçekleştirilmesi; ikincisi tam istihdamda kullanılan kaynak miktarına yenilerin eklenmesi yoluyla üretimin gerçekleştirilmesidir. Dolayısıyla iktisadi büyüme, ekonominin üretim potansiyeli ve verimliliği ile yakından ilişkilidir.
Kısa dönemde üretim faktörleri tam olarak kullanılamazken, yani ekonomide eksik istihdam durumu söz konusu iken, ülkedeki toplam talep artışları aracılığıyla kişi başına düşen reel gelirde yükselmeler sağlanabilir. Talep artışlarının yaşanmasında ise hükümetlerin uygulayacağı genişletici para ve maliye politikaları ile birlikte döviz kuru ve dış ticaret politikalarının etkisi bulunmaktadır. Ancak fiziki (cari) hasılada zaman içinde meydana gelen bu kısa vadeli artışla ifade edilen Keynesyen büyüme olgusu temelde büyüme konularının değil konjonktürel dalgalanmaların inceleme konusunu oluşturur. Üretim kapasitesini artırma işlemi ancak uzun vadede başarılabilir.
İktisadi büyümenin görünürdeki en önemli nedeni yatırımlar ve teknolojik gelişme yoluyla kişi başına fiziki sermaye ve beşeri sermaye (eğitim) düzeylerinde ve verimlilikte sağlanan artışlardır. Bu süreç zaman içinde sanayileşme ile birlikte dünyanın tüm bölgelerine yayılmış, nüfusun çok büyük bir bölümünün tarımdan kent ekonomisine geçişi de yatırımların ve verimlilik artışlarının tüm ekonomiye yayılmasını hızlandırmıştır. Teknolojik gelişmeler araştırma sürecinin giderek kurumsallaşmasıyla 20. yüzyılda daha da hız kazanmıştır.
1.3. İktisadi Büyüme ve Üretim Fonksiyonu
Adam Smith’ten beri uzun dönemli bir olgu olarak nitelendirilen iktisadi büyüme konusunda ortaya konan teorik ve uygulamalı çalışmalarda bir ülkenin üretim olanakları eğrisinin dışa doğru kaymasına yol açan sebepler incelenmiş ve üretim imkânları eğrisindeki söz konusu bu kaymalar iktisadi büyüme olarak adlandırılmıştır.
İktisadi büyüme süreci temel olarak üretim fonksiyonu ile başlamaktadır. Üretim fonksiyonu, üretim teknolojisi sabitken, belirli bir süre içerisinde kullanılan çeşitli üretim faktörlerinin miktarları ile bu süre içerisinde üretilebilen ürünün maksimum miktarı arasındaki ilişkidir. Elde edilen üretim miktarı ile üretimde kullanılan faktörler parasal birimlerle değil, fiziki birimlerle ifade edilirler.
Bu doğrultuda, iktisadi büyümeyi, işgücünün (L), doğal kaynakların (N), sermaye stokunun (K) ve teknolojinin (T) artan bir fonksiyonu olarak düşünmek mümkündür. Büyümenin kaynaklarında ortaya çıkan artışı: Y = f{ΔL, ΔK, ΔN, ΔT} şeklinde ifade edebiliriz.
Büyüme sürecinde üretim faktörlerinin birbirine oranı değişmektedir. Bunların içinde en az değişeni doğal kaynaklar, yani topraktır ve toprağın alanı istendiği ölçüde genişletilemez. Oysa nüfus, dolayısıyla da işgücü sürekli artmaktadır. Bu durumda, işgücü başına üretimin arttırılması ancak sermaye/işgücü oranının yükseltilmesi ile mümkün olabilmektedir. Bu ise, işgücünün daha fazla sermaye ile donatılması anlamına gelmektedir. Bu nedenle de üretim fonksiyonu olarak genellikle Y = f ( K, L, T ) kullanılır.
İktisadi büyümenin üretim olanakları eğrisi ile açıklanması şu şekilde gerçekleşir:
Üretim imkânları eğrisi, mevcut teknoloji ve üretim faktörlerini kullanarak üretilebilecek mal ve hizmetlerin alternatiflerini gösterir. Bu model, bir ekonomide teknoloji ve üretim faktörlerinin sabit olduğunu, atıl kaynak bulunmadığını kabul eder. Bu örnek ekonomide başlıca iki çeşit mal ve hizmet türü vardır. (Bkz: Şekil 1 A ve B)
İktisadi büyüme kavramı, üretim olanakları eğrisi ile de yakından ilişkilidir ve üretim olanakları eğrisinin genişlemesi olarak da ifade edilir. Bir ülkenin belli bir teknoloji düzeyi ile tüm üretim faktörlerinin kullanılması hâlinde ulaşabileceği en yüksek üretim düzeyine ‘üretim olanakları sınırı’ denir. Ülkenin kıt kaynak miktarlarını arttırarak ya da onların niteliklerini iyileştirerek üretim olanakları sınırını genişletebilmesi mümkündür. İktisadi büyüme veya kişi başına düşen milli gelirdeki yıllık artış oranı, bir ülkedeki üretim imkânlarının ne kadar arttığını ve dolayısıyla üretim imkânları eğrisinin bir önceki yıla göre hangi yöne ne oranda kaydığını ifade eder.
Eğer üretim olanakları eğrisinde, dışa doğru bir genişleme yaşanırsa, bu ulusal üretim potansiyelinin arttığı anlamına gelir. Eğer bu genişleme olduğu hâlde nüfus sabit kalmışsa, kişi başına düşen milli gelirde bir artış oluşacaktır. Üretim potansiyeli, belirli bir zamanda, ekonomideki faktör donanımının tam ve etkin kullanımı sonucu elde edilebilecek üretim düzeyini, başka bir deyişle, tam istihdam gelir düzeyini gösterir.
Bu noktada, fiili ve potansiyel büyüme kavramları arasındaki farkın altını çizmek gerekmektedir. Fiili büyüme, milli üretimdeki yıllık oransal artış olarak ifade edilmektedir. Ekonomi içindeki atıl kaynakların üretime katılmasıyla fiili büyümenin gerçekleştirilmesi mümkündür. Potansiyel büyüme ise, ekonominin büyüyebileceği sınıra işaret etmektedir. Potansiyel büyüme, ekonomide sahip olunan üretim kaynaklarının miktarının ya da bunların kullanımında etkinliğin artmasına bağlı olarak belirlenmektedir. Eğer üretim olanakları eğrisinde, içe doğru bir daralma yaşanırsa, bu ulusal üretim potansiyelinin azaldığı anlamına gelir. Eğer bu daralma olduğu hâlde nüfus sabit kalmışsa, kişi başına düşen milli gelirde bir azalma oluşacaktır. Diğer bir deyişle, ekonomide küçülme söz konusu olacaktır.
İktisadi Büyümeye Duyulan İhtiyacın Gerekçeleri:
Yoksulluk kısır döngüsünü kırmak, işsizliği azaltmak, gelir dağılımını iyileştirmek, ölçek ekonomileri elde etmek, fiziki ve beşeri sermaye stoklarını artırmak ve teknolojik yeniliklere ulaşmak için ülke niteliklerine uygun olabilecek yapıda büyüme politikaları oluşturulur. İktisadi büyüme ekonomilerin uzun vadeli değerlendirmelerinde, hiç kuşkusuz, tek ölçüt olamaz. Örneğin büyüme ile birlikte gelirin bölüşümü ve yaşam beklentisi, eğitim, sağlık gibi boyutları içeren insani gelişmeyi de dikkate almak gerekir. Öte yandan son iki yüz yıllık eğilime bakarak kişi başına gelirdeki artışların kesintisiz süreceği izlenimine de kapılmamak gerekir. Çevre koşullarını yeterince dikkate almayan bir iktisadi büyüme anlayışının sürdürülebilirliğine ilişkin kuşkular giderek artmaktadır.
1.4. İktisadi Büyümenin Ölçülmesi
Bir ekonominin ne ölçüde büyüdüğünü matematiksel olarak ifade etmek mümkündür. İktisadi büyüme, çeşitli kriterlere göre ölçülebilir. Sağlıklı sonuçlar elde edebilmek için istatistiki verilere ihtiyacımız vardır. Bahsi geçen kriterler arasında en çok kullanılan ölçüt: ‘milli gelir’ diğer bir deyişle ‘Gayri Safi Milli Hâsıla’ (GSMH). GSMH, kısaca belli bir ülkede belli bir dönemde üretilen tüm nihai mal ve hizmetlerin değeri olarak tanımlanır. Gayrisafi Yurtiçi Hâsıla (GSYİH) ise bize, yurtiçinde üretilmiş nihai mal ve hizmetlerin değerini verir. Buna göre GSYİH’nin bir kısmı diğer ülke vatandaşlarınca üretilmiş olabileceği gibi, GSMH’nin bir kısmı da ülkenin diğer ülkelerde yerleşik vatandaşlarınca üretilmiş olabilir. Matematiksel ifadeyle; GSMH = GSYİH + Net dış faktör geliri
İktisadi büyümenin ölçümünde kullanılan en önemli gösterge reel GSYİH’dır. İktisadi büyümenin ölçümünde nominal GSYİH yerine reel GSYİH’nın kullanılmasının nedeni, gerçek büyümeyi göstermesinden kaynaklanmaktadır. Nominal GSYİH, bir ülkede bir yıl içerisinde üretilen nihai tüm mal ve hizmetlerin piyasa fiyatları cinsinden değeridir. Nominal GSYİH’deki artışlar, fiyat seviyesindeki artıştan kaynaklanır. Bu yüzden, gerçekte mal ve hizmet miktarında düşme gözlenmesine karşın, nominal GSYİH’de artış olduğu sanılabilir.
- Reel GSYİH, iktisadi büyümenin ölçümünde kullanılan en önemli göstergedir.
Reel GSYİH, bir ülkede belirli bir dönemde üretilen tüm nihai mal ve hizmetlerin gerçek değerinin bir göstergesidir. Reel GSYİH’da sabit fiyatlar dikkate alınarak enflasyonun yanıltıcı etkilerinden kaçınılmış olunduğundan dolayı iktisadi büyümenin yüzdesel değişiklikleri gerçek boyutunda ortaya çıkmaktadır.
Nijerya yakın bir zaman önce, bir gecede Afrika’nın en büyük ekonomisi hâline geldi. 1990’lardan beri uyguladığı GSYH hesaplama yöntemini bir kenara bıraktı ve hesaplamayı yeni bir yöntemle yaparak bir gecede GSYH’sini yüzde 75 arttırdı. Benzer bir şekilde, 2008 yılında TÜİK ’in yöntem değişikliği ile Türkiye’nin GSYH’si bir gecede yüzde 37 artmıştı. 2010 da da kişi başına gelirimiz (yine bir yöntem değişikliği ile) bir gecede 2 bin 354 dolar artmıştı. Özetle, GSYH’nin tanımı, yapılan varsayımlar ve hesaplama yöntemi, GSYH’nin büyüklüğüne büyük ölçüde etki ediyor. GSYİH üretim, harcama ve gelir olmak üzere üç farklı yöntemle hesaplanabilir:
1.4.1. Üretim Yöntemi
Bir ekonomide bir yıl içinde tüm firmaların ürettikleri tüm mal ve hizmetlerin miktarı ile bunların fiyatları çarpılarak hesaplanır. Aynı mal ve hizmetleri üreten birimlerden meydana gelen faaliyet kollarındaki nihai mal ve hizmet üretim değerlerinin ölçülmesi bu yöntemin esasıdır. Üretim yöntemine göre yapılan hesaplamada toplam arz dikkate alınır. İki farklı tekniğin izlenmesi söz konusudur. Bunlar;
a) Ekonomideki bütün sektörlerde üretilen nihai mal ve hizmetlerin miktarı, piyasa fiyatlarıyla çarpılıp toplanarak GSYİH ’ya ulaşılır. P; malın fiyatı, Q; malın miktarı olmak üzere bir ekonomide n tane mal üretildiği varsayıldığında;
b) Mal ve hizmetler nihai hâle getirilinceye kadar her üretim aşamasında oluşturulan katma değerler bütün firmalar için toplanarak GSYİH’ye ulaşılır. Üretim sürecinde oluşturulan katma değerlerin toplamı malın piyasa fiyatına eşit olduğundan hangi teknik kullanılırsa kullanılsın aynı sonuca ulaşılır.
1.4.2. Harcama Yöntemi
Faktör sahiplerinin üretilen mal ve hizmetlere yaptıkları harcamaların toplamından oluşmaktadır. Dış âlem faktör gelirleri; işgücü dövizleri, girişimci gelirleri, kâr transferleri, dış borç faiz ödemeleri ile faiz gelirlerinden oluşur. Net dış faktör gelirleri, ülkeye giren ve çıkan faktör gelirleri arasındaki farktır. Şunun altını özellikle çizmek gerekir: İktisadi büyümenin gelir dağılımını iyileştirici özelliği yoktur. Örneğin milli gelirin yüzde 10 oranında büyümesi, ülkedeki tüm vatandaşların gelirlerinin aynı oranda arttığı anlamına gelmez.
1.4.3. Gelir Yöntemi
Üretim, mal ve hizmet üretmek amacıyla üretim faktörlerini bir araya getirmek suretiyle gerçekleştirildiğine göre, üretilen hasılanın değerine bu faktörlere yapılan ödemeler yoluyla da ulaşılabilir. Dolayısıyla bu yöntemde üretime katılan faktör sahiplerinin üretimden aldıkları ücretler, faizler, kârlar ve kiraların toplanması suretiyle GSYİH’ ye ulaşılabilir. Üzerinde durulması gereken diğer konu da iktisadi büyüme hızının hesaplanmasıdır. Büyüme oranının yüzde değişim olarak hesaplamak için; t dönemi reel GSYİH düzeyi Y